En Büyük Düşman

ANKARA: 21 TEMMUZ 2008

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

Bismillahirrahmanirrahim

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Elhamdülillahirabbilalemin

Esselatü vesselamü aleyke Ya Rasulallah, Esselatü vesselamü aleyke Ya Habiballah, Esselatü vesselamü aleyke Ya Seyyiden Evveline Vel Ahirin, Esselatü vesselamü aleyke Ya Sahibel Kur’an,  Esselatü vesselamü aleyke Ya Hılkatin Sebebi Sultan-ı Enbiya… Âmin. Ya Rabbel Âlemin.

Bütün hamdler Rabb-ül Âlemin olan Allah ( c.c. )’a mahsusdur.

            Peygamberlerin Peygamberi, kâinatın Efendisi, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( s.a.v. ) Efendimize, Tertemiz ve pak ve hayırlı al-u, ehli beyti ve ashabına ve onların yolunda gidenlere salât-ü selam olsun, âmin.

            Bundan sonra bu mektup ALLAH (C.C.) Yolundaki kardeşlerimizedir.

            ÂLEMLERİN RABBİ OLAN ALLAH’IMIZ, HALIKIMIZ VE SONUNDA HUZURUNDA HESAP VERMEK ÜZERE TOPLANACAĞIMIZ VE BİZLERİ YEGÂNE ADİL OLARAK YARGILAYACAK OLAN SAHİBİMİZ! BİZLERİ İÇ VE DIŞ DÜŞMANLARIMIZDAN VE GAFLETTEN MUHAFAZA EYLE ÂMİN.

            Peygamberimiz Aleyhisselam Efendimizin varisi olarak irşat yapmış olanlardan, irşat tesbihinin iri tanelerinden Cenab-ı Gavs-ul A’zam Mevlana Sultan Seyyid Abdulhakim El-Hüseyni, El Buhari Kaddesallahü Teâlâ Esrarehul Aliyye Hazretleri yaptıkları bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlardı:

EN BÜYÜK DÜŞMAN

“ BAKINIZ, BU MİLLETİN BAŞINA NE GELDİYSE GAFLETTEN GELDİ. ŞAH-I HAZNE (K.S.), ‘ Gaflet kadar hiçbir kötü hal yoktur. ‘ DERDİ. KİMİN BAŞINA NE GELDİYSE NEFSİNİN HİLELERİNDEN GAFİL KALDIĞI İÇİN GELMİŞTİR.

            BİR KİŞİ KENDİ KUVVETİ İLE GAFLETİ TERKEDEMİYORSA EDEBE SARILSIN. ŞÖYLE Kİ, RABBİM HER AN, HER YERDE BENİ GÖRÜYOR, DİYE DÜŞÜNSÜN VE O KONUDA NEFSİNİ ZORLASIN. AÇIK VE GİZLİ EDEPLERE UYMAKLA İNSANIN KALBİ UYANIR. BÖYLECE GAFLET YOK OLUR. ”

İnsanı Allah yolundan alıkoyan, cehennemin ebedi azabına yaklaştıran ve kötülüklere yönelten en büyük düşmanlarımız olan nefis ve şeytan iyi tanınmalıdır. Hangi insan bir saat veya daha az bir süre ateşle dolu bir tandırın içinde kalabilir? O insanın duyacağı acıları bir düşünün. Nasıl dayanılmaz acıdır o.

Ya bir de ebedi olarak cehennem ateşinde kalmayı bir düşünelim. Kendisinden Allah’a sığındığımız cehennemin yakıtı taşlardır. Ondan çıkan korkunç feryat ve figanları eğer insanlar duysalardı dehşetinden yok olurlardı. Kişi kendine bu kadar kötülükte bulunan nefis ve şeytanı bırakıp başka düşmanlar edinmektedir.

İnsan gizlenerek veya silahlanarak düşmanından korunmaya çalışır. Kendini öldürmek isteyen bir düşmanı olsa ona güvenmez yaklaşmaz; dediklerini ve isteklerini yerine getirmeyerek devamlı tetikte durur. Düşmanına karşı böyle korunma tedbirleri alan insanın şeytana karşı da korunma çareleri ve savunma silahları araması gerekmez mi?

Hâlbuki biz şeytana karşı hiç de hazırlıklı değiliz. Ondan tüm gücümüzle korunmamız gerekirken ne yazık ki Yüce Rabbimizin sözünü dinlemiyoruz.

                                                              GAVS-UL A’ZAM SEYYİD ABDULHAKİM (K.S.)       

            Nefis ve şeytan aleyhillanenin şerlerinden kurtulabilmek için (NASUH TÖVBE) edip, gereğinin ifası zorunludur. Ehlince bilindiği gibi, TEVBE Allahu Teâlâ’nın lutfu ihsanı ve rahmetidir. Ölünce bu rahmetten faydalanmak mümkün olmayacaktır/olamıyacaktır. Bilindiği gibi “TEVBEYİ ERTELEYENLER HELAK OLDULAR.” buyrulmuştur.

            Allahım! Bizler de dâhil olmak üzere, bütün Müslüman kardeşlerimizi, yüce katında kabul gören TEVBE yapmakla ve TEVBESİNDE sadık olmakla şereflendir. Âmin.

            Allahü Teâlâ şöyle buyurmuştur:

            “ Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz. ” ( Nur 31 ) yani nefsinizin kötü arzularından ve dünya ile ilgili şehvetlerinize dalmaktan vazgeçip Allah’a dönünüz. Böyle yaparsanız ahirette arzuladığınızı elde edersiniz, sonu olmayan bir nimet içinde Allahü Teâlâ ile devamlı bir beraberlik içinde kalırsınız, cennete girmek suretiyle mesut olursunuz, ateşten kurtulursunuz. İşte asıl kurtuluş budur.

            Diğer bir ayet:

“ Ey iman edenler! Nasuh/samimi bir tevbe ile Allah’a tevbe ediniz. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı örter ve sizi altlarından nehirler akan cennetlere koyar. ” ( Tahrim 8 )

            Kul kötü arzulardan temiz bir kalp ile ve Salih amellerle Allahü Teâlâ’nın huzuruna geldiği zaman, kendisine güzel bir netice verilir. İşte bu, Nasuh tevbesidir. Onu yapan kul, çokça tevbe eden, güzelce temizlenen ve Allah’ın sevgilisi olan birisidir.

            Cennetler, dünyadaki güzellikler ve rahatlıklarla mukayese edilemiyecek derecede pek çok güzel ve rahattır. Dünyadaki insanlar ise, misafir olduğu dünyaya özendiği kadar, ebedül-ebet kalacağı sonu hiç olmayacak olan ahirete ait mesailerinde gevşeklik yapmaktadırlar. Allahü Teâlâ her gün binlerce nimete kavuşturuyor ve bir o kadar da bela ve müsibetten kurtarıyor. Bizlerin fark etmeden karşılaştığımız ve kazasız belasız atlattığımız tehlikelerde var…

            Allahü Teâlâ, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği derecede rahim ve merhametlidir. Terazinin başında sınıfı geçebilmemiz için bahane aramaktadır / arayacaktır. Bizlere düşen de samimi ve ciddi olarak yaratanımıza kulluk yapabilme çabası göstermektir. Bunun için, Peygamber Aleyhisselam Devletli Efendimizin varisi olan bir evliya-i izamın vesile ittihazına ( seçilmesine ) ihtiyaç vardır. O Devletlinin Allah için yapacağı manevi yardımlar bizleri İnşaalah ,Allahu Teâlâ’nın ilahi rıza caddesine girip ilerlememize, yaratanımızın hoşnutluğunu kazanmamıza vesile olacaktır. Bilindiği gibi, asl olan, Allah’ımızın emir ve yasaklarını öğrenip elimizden geldiğince uygulamaktır. Allahü Teâlâ, cümlemize nasibeylesin. Âmin.

İNSANLARIN İÇİNDEKİ İKİ BÜYÜK DÜŞMAN

Nefis ve Şeytan: Her ikisi de insanın en büyük düşmanıdır. Büyük cihadı bu iki büyük düşmanla yapmak lazım gelir.

İnsandaki nefs-i emmare, doğuşunda riyaset ve makam sevdasıyla dolu bulunduğundan tüm gayreti; akranından üstün olmaktır. Bütün yaradılmışların kendisine muhtaç olmasını, emir ve yasaklarına itaat etmelerini ve kendisinin kimseye muhtaç olmamasını ister. Bu ise, ulûhiyet davası ve Allahü Teâlâ’ya şirk koşmaktır. Hatta bu bedbaht, şirkle bile yetinmeyip tek hâkim olmak cür’etindedir. Hadis-i Kutside: “NEFSİNE DÜŞMAN OL! ÇÜNKÜ O, BANA DÜŞMANLIKLA DİKİLDİ…” buyurulmuştur. Bu itibarla, nefsin mevki, riyaset, yücelik ve tekebbür gibi isteklerine kapılmak, Allahü Teâlâ’nın düşmanı olan nefs-i emmareyi kuvvetlendirmek, nefsin kötülüğünü hoş görmek demektir. Hadisi Kutside:” KİBRİYA VE AZAMED BENİM ŞANIMDIR. KİM BU HUSUSLARDA ( bana ortak olmaya ) BENİMLE NİZAYA KALKIŞIRSA, O’NU CEHENNEM ATEŞİNE ATAR, ÖYLECE BIRAKIRIM. “ buyuruldu. Nefsin arzularına, yani isteklerinin tahakkukuna Allahu Teâla’nın buğz etmiş olduğu bu alçak Dünya yardımcıdır.

            Enbiya’nın gönderilmesinden maksat, şer’i hükümlerin teklifindeki hikmet, nefsi emmarenin taciz ve tahribidir. Şeriatlar nefsin heva ve heveslerini def için gelmiştir, diyebiliriz.             

            İblis, Âdem Aleyhisselamı iğvasından sonra ” Ben senden uzağım. Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım…” dedi. Nefs-i Emmarenin hiyanetinden kurtulmak pek çok zordur. Bu hastalığı tedavi gayreti son nefese kadar devam etmelidir. LA İLAHE İLLALLAH kutsi kelimesi nefsin temizlenmesinde son derece faydalı olur. Sadat-ı Kiram (K.S.) hazeratı, nefsi temizlemek için bu kelime-i muazzamayı kurtuluş olarak seçmişlerdir. Ne zaman nefse azgınlık gelip ahdi bozmak isterse, bu kelimeyi tekrarlayıp imanı yenilemek lazımdır. Hadis-i Şerifte: “ LAİLAHE İLLALLAH SÖZÜYLE İMANINIZI YENİLEYİNİZ.” buyruldu. Bu kelimenin faziletinin beyan için de, hadis-i şerifte: “ SEMAVAT VE ARZ BİR KEFEYE, BU KELİME DE DİĞER KEFEYE KONSA, MUHAHKAK HEPSİNDEN AĞIR GELİR.” buyruldu.

Nefsin çeşitli mertebeleri olup, en aşağısı nefsi emmaredir. O nefsin sahibi,  ayet-i celilede:” onlar hayvanlar gibi – nefsanî hislere uymakta – belki daha eşettirler.” buyruluyor. Nefs-i Emmarenin Kötü Sıfatları

Kibir, ucup, riya, hased, mevki muhabbeti, mal sevgisi gibi kötü ahlakın esasları, buğz, düşmalık, zengini yüceltip fakiri alçaltmak, tevekkülü terk etmek, kıymetten düşme korkusu, uzun emel, iftihar, medih, kasvet, katı kalblilik, cefa, gaflet, acele, hiddet, kalb darlığı, merhametsizlik, hayâsızlık ve kaanatsizlik, yücelik arzusu, baş olma sevgisi, kötü huylarla keyiflenmek gibi REZİL AHLAKIN parçalarıdır. Hepsinin kaynağı; nefsi emmareye vücut ve kıymet vermek, arzularına uymak, manevi hastalıklarına ve isteklerine razı olmaktan ibarettir. Ve bunlar; kâfirin küfrüne, münafıkın nifakına, asinin isyanına sebeb olan, kulları kulluktan çıkaran fesat sebepleridir. Usulüne uyarak nefs, terbiye ve tezkiye edildiği takdirde, kalbi boşalıp, nefsin islah olmasıyla güzel sıfatlara sahip olarak kemal bulur, dünya ve ahrette felaketten kurtulur. 

                                                  Nefsin Güzel Sıfatları

            Tevazu, Allah korkusu, ilahi emirlere uymak, yaradılmışlara şefkat, şer’i hudutları muhafaza, vakar, haşyet, ihlas, rıza, hakk’ı kabul ve minnet gibi GÜZEL AHLAKA sahip olup, insanlar arasında merhamet, yumuşak huy, geniş tabiat ve şefkat, himaye, sabır, edep, emniyet, tedbir, ikram, sahavet, cömertlik, haya, sürur ve nasihat gibi güzel huylarla ve  Dareyn Saadetine sebeb olan İMAN AHLAKIYLA şöhret kazanır.

          Hülasa; hakka yakın olmak, alçak nefsi bilmeğe ve kötü huyları yok etmeğe bağlı… Haktan uzak kalmak da; nefse esir olup, heva ve heveslere uymaktan ibarettir.

            Şu halde bütün kötü afatların esası nefse uymak ve bütün güzel sıfatların aslı da, nefsanî arzulardan uzak kalmaktır. Çünkü nefse uymak, gaflete, gaflet şehvete, şehvet günaha sebeptir. Nefsin arzusu zıttına hareket etmek, onu hor ve hakir görmek, manen uyanmağa, uyanmak, şehveti terk edip iffet elde etmeğe sebep olup, iffet de, taata sebep olur.

“NEFSİNİ BİLEN, RABBINI BİLİR.” ( Hadis-i Şerif )

            Nefsini bilen her marifete ve ilme vakıf olur. Nefsini, yani kendi hakikatini bilen, hakka yakın olur, kurtulur. Bilmeyen Hak Teâlâ’dan uzak ve helak olur.

Kendi nefsini bilen, hakkın marifetine maliktir. Bilemeyen hüsran ve helaktadır.

Nefsini bilmek, en büyük marifettir. Nefsini bilen, âlemdeki hallere, seyirlere vakıf olur. Nefsini bilen, fani dünyadan yüz çevirir. Nefsini tanıyan kurtulur, selamete kavuşur. Nefsini bilen faziletli olur. Nefsini bilmeyen haktan uzak kalır. Nefsini bilen, gafletten ve helak olmaktan kurtulur ve hakka yakınlık bulur.

            İnsan için kendini tanımak büyük devlettir.

            Rabbini bilen tevhide sarılır. Nefsini bilen tevazu eder, hakka uyar ve haşyet duyar. Nefsini bilen kanat, iffet ve istikamet üzere olur. Allahu Teâlâ’dan gayrıyı terk edip, Hakkı takip eder. Allahu Teâlâ, Davud Aleyhisselam’a buyurdu;” Nefsini bil ki,  beni bilesin.”

Davud ( a.s. ) :

“Ya Rabbi, nefsimi nasıl bileyim? Zat-ı Sübhanini nasıl bileyim” diye niyaz etti.

Allahü Teâlâ:

“Nefsini zayıf, aciz, zelil ve fani bil ki, zat-ı ilahi’ mi kuvvet, kudret sahibi ve baki bilesin” buyurdu.

            İnsan nefsini başıboş bırakır, islahı için tedbir alamassa, günahlara dalar, kötülüklerden kurtarmak zorlaşır ve dolayısıyla helak olur. Bu sebeple nefsi daima suçlu kabul edip, töhmet altında tutmalıdır. Hususen Nefsi Emmareyi ve Nefsi Levvameyi…

Şüpheli bir şey yiyip içmemeli, namahreme bakmamalı ve bütün azaları titizlikle, meşru vazifeleri dışına çıkmaktan muhafaza etmelidir.

İnsanlarımız genelde işçi ve hizmetçiyi küçük kusurlarından dolayı azarlayıp ikaz eder de nefsini ihmal eder,  kusurlarından dolayı suçlamaz. Ehlince bilindiği gibi nefsin azgınlığı ebedi âlemde huzuru harap eder, cehenneme sürükler. İşçi ve hizmetçinin saygısızlığı ise,  dünyada geçici bir rahatsızlığa sebeptir. Bu nedenle nefsin terbiyesi daha ön planda kabullenilip terbiyesi cihetine gidilmesi zorunludur.

Ehli hakikatça bilindiği gibi nefsin büyük hastalığı HIRS’tır. Sahibini maneviyettan mahrum eder.  “ Ben ve nefsim, bir sürüyü güden çobana benzeriz. Çoban  sürüyü bir taraftan toplarken diğer taraftan dağılır… Kim nefisini mağlup eder, yani nefsine hakim olup, makul olmayan arzularını durdurursa; o şahsı ilahi rahmet istila eder de, rahmet kefeni ile keramet toprağına defin edilir.(Hz. İmam-ı Ali r.a.)

Kim kalbini isyanlarla öldürür, ilahi ve insani duyguları ondan yok ederse, lanet kefenine sarılıp, azap toprağına defnedilir.

Bir millet nefs ve hevasına uyup da ahlakını bozmadıkça helak olmaz.(Hz. Ebud Derda r.a.)

Kendi nefsine faydası olmayanın başkasına faydası olmaz.(Hz.İmam Malik r.a.)

Nefsin şeytani sıfatları: Hile, kibir, haset, riya, ahti bozmak, sözünden dönmek, hiyanet, ikiyüzlülük gibi şeylerdir.

Nefsini iyi gören kişi,  Fir’avun’dan beterdir.

Allahu Teâla’nın rızası için nefsin arzularına karşı koymak, havada uçmaktan üstündür.

Kulu Allahu Tealaya sevdiren şey, O’nun düşman bildiklerini düşman bilmektir. Onlar da; dünya, nefs ve şeytandır.

Yiğitlik, nefsi emmareyi hakir tutmak ve müminlere hürmette dikkatli olmaktır.

Allahu Teâla ile kul arasındaki perde, yerler, gökler, arş ve kürsi değil, insanın varlık ve benlik örtüsüdür. Varlık ve benlik örtüsü kaldırılırsa,  hakka kavuşulur.

İnsana hayırdan isabet eden her şey Allah’tan, şerden isabet eden her şeyde nefistendir.             

            Can-ı Gönülden Nasuh tevbe etmeden nefsin, bilhassa nefsi emmarenin kötülüklerinden kurtulup, güzel sıfatlarını görmek, bence mümkün değildir.

            İnsanoğlu, nefsi terbiye ederek,  iman ve ahlakı sağlam temellere oturtmadıkça, çeşitli beşeri arzular sebebiyle sık sık sarsıntılara maruz kalmaktan kurtulamaz. Zira nefsin, yetmiş şeytan kuvvetinde olup, aklın yanında pusu kurmuş, her fırsatta sesini yükselten ve isteklerinin hududu bulunmayan bir mahlûktur. Onun arzularında ölçü ve nihayet yoktur……. Azgın ve terbiye edilmemiş at, binicisini kayalıklara çarparak helak eder… Yani terbiye edilmeyen nefs; sahibini hem dünyada ve hem de ahirette helak eder.

            Manevi Tabiple terbiye edilmedikçe,  iyiyi, doğruyu ve güzeli görmesi mümkün değildir. Büyükler ( Sadatlar ) aklın ve imanın önünde perde olan nefs için aydınlatıcı pek çok önemli sözler söylemişlerdir. Yani, menkibeler anlatmışlardır. Dünya kurulalıdan beri nefis terbiye edip,  zararsız hale getirmek bütün kâmil mürşitlerin gayesi olmuştur.

            Mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılmış olan insan, ömür boyunca nefsle mücadele etmek, onun tazyikinden kurtulup, doğruyu, iyiyi, güzeli bulma mecburiyetindedir.

            İrşat Tesbihinin iri tanelerinden Mevlana Abdurrahman-ı Tahi ( Kaddesallahu Teala Esrarahul Aliyye ) bir sohbetlerinde: “ İstikamet için emirleri yapıp, yasaklardan kaçınmakla beraber, nefsini gayet kusurlu görmek lazımdır. Hatta nefsi böyle görmek emirleri yapıp yasaklardan kaçmanın anahtarıdır.”buyurmuşlardır.

            Nefsle mücadelenin Cihad-ı Ekber olduğunu Vemaerselnake İllarahmetellil Âlemin olan Peygamberlerin Peygamberi, Kâinatın ve içindekilerin Sertacı Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz buyurmuşlardır. Bu devirde Peygamber Varisi Evliya-i  İ’zam olan Mürşitsiz olarak nefsle istenilen düzeyde mücadele edebilmek pek çok müşkildir.  Mürşid-i Kamil-i Mükemmilin manevi yardımıyla mücadelede başarı sağlanabilir. O zaman vaki olacak mücadelenin kazancı çok büyük ve dahi saadeti ebedülebet olacaktır, inşaallah… 

            Dünya, habis nefsin ( nefsi emmarenin ) arzularının kolayca meydana gelebileceği aldatıcı sesler ve renklerle dolu… Sonuç olarak kurtuluş, ilahi nura bağlanmakla mümkün olacaktır. İnsan ancak bu suretle iyiliği nefsinde tatbik eden, başkalarına da numune olan ve yöresinde aranan kişi haline gelir de, ebedi saadet kapısını açan altın anahtarı ifade eder.

            Nefsin isimleri   Nefsi

Emmare  –  Nefsi Levvame –  Nefsi Mülhime  – Nefsi Mutmainne  –  Nefsi Radiye  –  Nefsi Merdiye  –  Nefsi Kamile

            Allahu Teâlâ, cümlemize bu nefis kademelerini başarıyla geçebilmeyi nasibeylesin. Âmin.

            Nefisle mücadele gerekiyor. Bu uzun mücadeleye basiretle ve aralıksız devam etmek lazımdır. Nefsanî zevkleri cazip görüp, ruhun gıdası zanneden ahmak insan, ne kadar aldandığını sonunda anlayacaktır. Nefsin çeşitli tanımları yapılmışsa da, bir tanımı da, üstü yeşilliklerle rengârenk çiçeklerle kaplı bataklığa benzer. Dıştan bakıldığında cazip görünür ama içine dalanı girdabında boğar, yok eder. Nefse hizmet eden felah bulmaz. Ona hizmet, imanı zaafa düşürüp, ahlakı öldürür. Evliyaullahın nefesleriyle, nazarlarıyla ve verecekleri ilaçlarıyla nefsin terbiyesine muvaffak olup, güzel ahlakı diriltmek yüce bir gaye olmalıdır. Yüce himmetle nefsini yenen, ihtiraslarını dizginler. Arzularında ölçülü, sabırlı ve itaatli olur. İnsanlık diplomasını bu suretle elde eder. Yani İnsan-ı Kamil olabilir.

Evet; kurtuluş, İlahi Nura bağlanmakla mümkündür. Nitekim, Cenab-ı Hakk , Fecr suresinin 27-28-29-30’uncu ayetlerinde:

“EY İTMİNANE ERMİŞ NEFS, DÖN RABBİNE, SEN ONDAN RAZI, O SENDEN RAZI OLARAK; HAYDİ GİR KULLARIMIN İÇİNE, GİR CENNETİME.”buyurmuştur.

            Şeytan aleyhillane her insanın kalbine hortumunu sokar, insan gaflete düştüğünde ona hücum ederek, emirleri yaptırmamaya ve isyana kışkırtır.  Zikrullah ile meşgul oluncada hemen kaçar.

            İnsan için, Cenab-ı Hakk’ın merhametine sığınıp Hak yoluna hidayet dilemekten başka çare yoktur. En azından Euzubillahimineşşeytanirracim, Bismillahirrahmanirrahim demekte çok yönlü faydalar vardır. Şurası muhakkak ki, dilden ve kalbden…Allahu Teala, cümlemizi kafir şeytanın vesvesesinden ve içimizdeki azılı düşman Nefs-i Emmarenin  hilelerinden muhafaza buyursun.Amin. Dikkat edelim: Euzu çeken kimse beş nimete nail olur: 1- Dini İslamda daim olur. 2- Kâfir şeytanın her çeşit hilesinden korunur. 3- Manevi sağlam kale içine girmiş olur. 4- Ve inşaallah, gerekli olan Salih amelleri işleyerek ve yasaklardan sakınarak Peygamberler, Sıddıklar, Şehidler ve Salihlerle haşr olunur. 5- Yerleri-Gökleri yaratan sahibimiz Mevla’nın inayet ve ihsanına kavuşur. Ya Rabbel Âlemin! Cümlemize, hayırlısıyla nasibeyle. Âmin.

                                                  HAK VE BATIL

            Yüce Rabbimiz, Halıkımız, sahibimiz, bizlere hak ile batıl arasında tercih yapma sorumluluğu yüklemiştir. Müslümanlığımızın da ölçüsü olan bu sorumluluk, yaşadığımız sürece bizimle birliktedir. Biz,  her iki yoldan birini tercih etmekle karşı karşıyayız. Bunlar, iman-inkâr, hak-batıl, hayır-şer, iyilik-kötülük ve benzerleridir.

            Allahu Teâlâ Beled suresi 10’ncu ayetinde: “BİZ O İNSANA İKİ YOL GÖSTERDİK. ” Ve İnsan suresi 3’ncü ayetinde: “ ŞÜPHESİZ BİZ İNSANA ( DOĞRU ) YOLU GÖSTERDİK. ARTIK O İSTERSE ŞÜKREDER, İSTERSE NANKÖRLÜK… ( SORUMLUKUK KENDİSİNİNDİR. ) ”buyurulmuştur.

            Halıkımız, bu yolda başarısız olmamamız için düşünen/düşünebilen akıllar,  beceriler, yetenekler verdiği gibi, Peygamberler, Sadıklar ve Salihler ( Sadat-ı Kiram ) vasıtalarıyla bu iki yolun doğrusunu-yanlışını, iyisini-kötüsünü açık açık ve çok kesin bir şekilde anlatmıştır. Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurulmuştur: “ BU ( DİN ), SENİN RABBİNİN DOSDOĞRU YOLUDUR. BİZ, ÖĞÜT ALACAK TOPLULUK İÇİN AYETLERİ GENİŞ OLARAK AÇIKLADIK. “ (EN’AM: 126 )

            İrşat tesbihinin iri tanelerinden Abdulhalık-ıl Gücdüvani ( k.s. )

            “Her kim farzları eda ettikten sonra dua ederse duası kabul olur.”buyurmuşlardır.

Ehlince bilindiği gibi, dua ibadetin özüdür. Zira Cenab-ı Hak “Bana dua edin, kabul edeyim.” Buyuruyor. Dua mü’minin silahıdır. ( H.S.)          

            Bizler de farz namazlarımızın hemen arkasından birbirlerimize dua edelim. Dua edilmesini Rabbimiz emretmiştir.

            Dünyaya esaret altında yaşamak için değil, hür ve özgür olmak için gönderildik:

            Âlimlerimiz ( Sadat-ı Kiram ), nefsinin saptırıcı isteklerine teslim olmuş kimseleri esir ya da köle saymışlar; bu tür nefsanî isteklere karşı koyup Allahü Teâlâ’nın buyruklarına, emirlerine uyan; yani inkâra karşı imanı, bencilliğe karşı özveriyi, cimriliğe karşı cömertliği tercih edebilen insanı da gerçek anlamda özgür insan kabul etmişlerdir. Allahü Teâlâ, hevasına boyun eğenleri, “ Hevasını tanrılaştıran ” olarak niteler. Peygamber Aleyhisselatu vesselam nefsiyle hesaplaşan insanı gerçek mücahit saymıştır. ( Furkan: 3 ve Hadis Müsned’de kayıtlıdır. )

            İnsanın bencil istekleri; insanı kulluktan uzaklaştırır, nefsine köle yapar. İşte insan için gerçek dalalet, kölelik ve esaret budur. İnsanın, “ Dinini, ahlakını ve insanlığını nefsanî tutkularına, arzularına kurban etmesi ” anlamına gelen bu esaretten kurtulabilirsek, işte ancak o zaman, gurur ve kibrimizi yenebilir, haksızlık ve adaletsizlikten korunabiliriz. Bencilliğimizi yendiğimiz ölçüde insanların dertlerini ve acılarını kendi derdimiz bilir; yüreğimizi ve imkânlarımızı onlarla, sırf Allah ( c.c. ) rızası için paylaşır veya paylaşabiliriz. Bu güzelliği yaşayabilmek için istenilen düzeyde, yani Allahü Teâla’nın kabul edeceği şekilde Nasuh tevbe edip gereğinin ifası lazım gelir.

            Nefis mücadelesinde başarılı olabilmek için insan kalbine UMUT’u yerleştirmeli. Nefsini KORKU sesiyle kırbaçlamak ve UMUT yularıyla yetmek suretiyle SIRAT-I MÜSTAKİM’e götürmeli. Yukarıda da işaret edilmiş olduğu gibi, yetkili bir Allah ( c.c. ) dostunun yardımıyla…  İşte bu suretle insan büyük saltanata konar, acıklı azaptan selamet bulur. Cennet ehlinin yüzlerinde cennet bahçelerinin güzellikleri vardır. Onlara mühürlü, halis bir sudan içirilecek. İçinde yeşil yüksek döşekler bulunan beyaz inciden çadırlar içinde kırmızı yakut minderlerde oturacaklar. Bal gibi suları bulunan nehirlerin kenarına konmuş tahtlara oturacaklar. Cennet ehli,  cennette her türlü sevinç içindedirler. Canlarının çektiğine hemen nail olurlar. Cennetliklerin hepsi birer sultan, birer hükümdardırlar. Her gün Arş’ın altında hazır bulunurlar. Allahu Teâlâ’nın cemalini temaşa ederler. Allahu Teâlâ’nın cemalini seyretmekle, cennet nimetlerinde bulamadıkları zevklerin en büyüğüne ererler. Bütün bu nimetler. Cennetlikler için devamlıdır. Elden gitme korkusu yoktur.

            Hadis-i Şerifte:

            -Bir ses,  cennet ehline nida eder, der ki : “ Ey cennet ehli, sağlık-sıhhat sizin içindir, ebediyyen hastalık görmeyeceksiniz! Yaşamak sizin içindir, ebedisiniz, ölmeyeceksiniz! Gençlik sizin içindir, ebediyyen genç kalacak, ihtiyarlamayacaksınız! Zevklenmek sizin içindir, ebediyyen tasa görmeyeceksiniz.”buyurulmuştur.

            Araf Suresi, Ayet: 43

-Onlara ( Cennet ehline ) şöyle nida olunur: “ İşte dünyada yapmakta devam ettiğiniz iyi ameller (  Riyadan uzak Salih ameller ) sayesinde mirasçı edildiğiniz cennet budur.

Nefis ve şeytanın düşmanlıklarından ve insanı helaka götürecek olan tuzaklarından kurtulabilmek için NASUH TEVBE yapıp, gereğini ihtimamla yerine getirenler ve azimet caddesinde İLAHİ ENTE MAKSUDİ VE RIDAKE MATLUBİ deyişinde samimi olarak yürüyenler/yürüyebilenler cennet ve Cemalullaha kavuşacaklardır inşaallah…

Ehlince bilindiği gibi, ehli hakikat Rıdaullah ve Cemalullah arzusuyla dolu olarak kulluk yapar. Cenab –ı Hakk, cümlemizi Rıdaullah ve Cemalullah caddesinde sabit olanlardan eylesin. Âmin. İş budur, gayrisi, bize göre hiçtir.

Kardeşlerimiz için bir not: EDEPSİZLİK HANGİ ŞEY’E GİRERSE ONU MUTLAKA AYIPLI KILAR. HAYÂ NEREDE BULUNURSA ONA MUHAKKAK

ZİNET ( VE ŞEREF ) VERİR.

            TİRMİZİ: ENES RADIYALLAHU ANH.

            Sadat-ı Kiramın (k.s.) kalb hakkındaki bildirdikleri.

“ Beş türlü kalp vardır:

1. Ölü

            2. Hasta

            3. Gafil

            4. Mühürlü

            5. Sağlam

Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın kalbi hastadır. Nasipsizin kalbi gafildir. Kalbimizde perde vardır diyerek fena iş yapanın ( günah işleyenin ) kalbi de mühürlüdür. Allahu Teâlâ’dan korkup Cenab-ı Hakkı seven ve daima ibadette bulunan kulun kalbi de sağlam kalptir. Azimetle amel edilmedikçe sağlam kalbe sahip olmak muhaldir. ” buyurulmuştur.

A Ç I K L A M A

Bilindiği gibi GÜL, Cihan Padişahı ve Sultanı, âlemlere ve içindekilere Peygamber olarak gönderilmiş olan İllarahmetellilalemin Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallalahü Teâla Aleyhi ve Sellem Efendimizin simgesidir.

Yüce Sadatın Himmetleriyle Ali Haydar ÖZTÜRK’e yazdırdıkları yazılarda üç adet gülün bulunması: Allahü Teâla’nın bir lütfu keremi olarak; Ali Haydar’ın Cihan Padişahı ve Sultanının ( s.a.v. ) üç evladı ( Seyyid Evladı Rasul, aynı zamanda birinci dereceden NAİB VE VARİSLERİ ): Cenab-ı Gavs-ul A’zam Mevlâna Seyyid Abdulhakim El Hüseyni El Buhari (Kaddesallahü Teâlâ Esrarehül Aliyye), Cenab-ı Sultan-ul A’zam Mevlâna Sultan Seyyid Muhammed Raşid El Hüseyni El Buhari (Kaddesallahü Teâlâ Esrarehül Aliyye) ve Cenab-ı Gavs-ul A’zam Mevlâna Sultan Seyyid Abdulbaki El Hüseyni El Buhari ( Kaddesallahü Teâlâ Esrarehül Aliyye ) Hazretlerine, Yüce Himmetleriyle hizmetlerinde bulunma şerefine nail olmaya çalıştığını ve halen çalışmakta olduğunu göstermektedir.

Sonsuz hamd-u senalar Halıkımız olan Allahü Teâla’ya, nihayetsiz selat-u selam Peygamberler Peygamberi Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallalahü Teâla Aleyhi ve Sellem’e olsun.

Allahü Teâla, hayırlısıyla cümlemize nasibeylesin. Âmin.

KAYNAKLAR: Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerifler, SEMERKAND Yayınları ve Gül Neşriyatı eserlerinden faydalanılmıştır.

Ali Haydar ÖZTÜRK 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir