Ben Pişmanım

Ankara:19 C. Evvel 1427 

15 Haziran 2006 

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdülillahirabbilalemin

Vel Akibetülil Müttekiyn

Esselatü vesselamü aleyke Ya Rasulallah, Esselatü vesselamü aleyke Ya Habiballah, Esselatü vesselamü aleyke Ya Seyyiden Evveline Vel Ahirin, Esselatü vesselamü aleyke Ya Sahibel Kur’an,  Esselatü vesselamü aleyke Ya Hılkatin Sebebi Sultan-ı Enbiya… Âmin. Ya Rabbel Âlemin.

Mükemmellik sadece Allah’a mahsustur. Beşer ise şaşar. Beşerin de hepsi bir değil. Bazısı bazen şaşar, bazısı daha çok. Şaşmak, yani hata etmek, her şeyi mahveden, telafisi imkânsız bir eksiklik değil insan için, insan olmanın bir tabiatı. Fakat normal olmayan, hoş görülemeyecek olan, hatada ısrarlı olmak, şaşmayı, hataya düşmeyi hal edinmek; bir elbise gibi giyinmek. Beşer olma durumunu zaaflarına, hatalarına kalkan edinmek. İşte bu durum beşer olmaya yakışan, yaraşan bir hal değil. Zira hatada ısrarlı olmak insanlık haysiyetini tehlikeye sokar. Kişinin izzeti nefsi yaralanır, şerefi düşer. Oysa insan, şerefli yaratıldı. Ona şerefini Yaratanı verdi. Ona “ eşref-i mahlûkat ” dedi. Bu durumda beşerin en önemli görevi, kendisine bahşedilen bu şerefi korumak değil midir? Öyledir, öyle olmalıdır. Hatalara rağmen “ şerefli ” kalmak çok mu zor? Değil elbette. Tarihin en başından beri insanlığa rehber kılınmış bütün Peygamberler (Selavatullahi Selamuhu Aleyhim Ecmain)  tarafından yolu öğretilmiş. Çok kolaymış meğer. Yolun aslı hataya pişman olmak imiş. Pişman olmak sadece insana özgü. O halde çok insani, tamamen insani. Önce hataları hata kabul etmek. Yakışmadığını, insanlık şerefiyle uyuşmadığını idrak etmek. Sonra yaptığına pişman olmak. Sonra bir daha yapmamaya karar vermek, azmetmek… Nihayet güzel bir dönüşle dönmek. Doğruya, doğru istikamete… hep doğruya gitmek, yani dosdoğru olmak… işte böyle bir pişmanlık, böyle bir dönüş, bu dönüş, kesin bir dönüştür. Makbul bir dönüştür. Bu dönüşün adı “Nasuh tövbesidir.” Böyle bir tevbe her şeyden önce Cenab-ı Mevlamız’ın bize bir emri: “ Ey inananlar, Tevbeyi Nasuh  ile Allah’a dönün… ” ( Tahrim, 8 ) Böyle bir tevbe, aynı zamanda O Yüce Elçi’nin (s.a.v.) bir müjdesi: “ Günahlarına tövbe eden kişi, hiç günah işlememiş gibidir. ” Evet, işin sırrı pişmanlıkla tevbe imiş. Meğer ne güzelmiş kalbin derinliklerinden kopup gelen şu sözler, “ Ya Rabbi! Ben pişmanım. Yapmış olduğum bütün günahlardan… Keşke yapmasaydım… ” Bu bir dönüş. Kendi özüne dönüş. Var oluş sebebine, asaletine… İnsanlığa… Nice bin hatadan arınmaya… Eğri-büğrüden dosdoğruya… Bu dönüş çok ciddi bir dönüş. Hayatın dönüşü. Bu dönüşe şahitler lazım. Hatalar gizliydi, ama dönüşe şahitler lazım. Onlar hazır, hep bu anı beklediler: müminler şahit. Ruhaniler şahit. Rabbaniler şahit. Melekler şahit. Allahu Teala şahit.

Cihan Sultanı Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin Ehlibeyti, evladı ve varisi Cenab-ı Gavsul A’zam İmam  Cafer-i Sadık (k.s.) hazretleri bakınız dünya ile ilgili ne buyuruyorlar: “ ALLAHU TEALA DÜNYAYA EMRETTİ Kİ: EY DÜNYA ! BANA HİZMET EDENE,  SEN DE HİZMETÇİ OL ! SENİN PEŞİNDEN KOŞANA DA ZAHMET VE SIKINTI VER.”   

              İnsan ölünce başına neler geleceğini ve nelere muhatap olacağını bilebilseydi; dünyaya ait işlerle ilgili olarak hırsa kapılmaz ve dolayısıyla itidalli olur ve meşru mesaisinin ahirete ait bölümünü daha itinalı yapma gayreti içinde olurdu…

 Ehlince bilindiği gibi ölen insanın  ruhu bedenden ayrıldıktan sonra muhtelif yerlerde aşağıdaki seslenişleri duyar: “SEN Mİ DÜNYAYI TERK ETTİN, YOKSA  DÜNYA MI SENİ TERKETTİ ?”  “ SEN Mİ DÜNYAYI ÖLDÜRDÜN ,YOKSA O MU SENİ ÖLDÜRDÜ” “ NEREDE YAŞAYAN BEDENİN, SENİ KİM BÖYLE ACİZ BIRAKTI ?” “NEREDE O TATLI DİLİN ?” “ KİM SENİ DİLSİZ BIRAKTI ?” “ NEREDE KULAKLARIN, SENİ KİM SAĞIR BIRAKTI ?…”  Ehlince bilindiği gibi bu bir gerçektir. Ehli hakikatça da zaman zaman izaha çalışıldığı gibi; bütün hisaplara, plan ve projelere, hasenat ve seyyiadlara, dünyadaki işlere, helal veya haram kazançlara bir gün nokta konulacaktır. Yani sonlandırılacaktır. Cenab-ı Hakk  Al-i İmran suresinde “ HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR.”  buyurmaktadır.  Yani herkes doğmayı, yaşamayı bildiği gibi ölmenin, dünya ile tamamen alakasını kesmenin ne demek olduğunu apaçık şekilde görerek bilecektir. Bilindiği gibi ayetin devamında “VE KIYAMET GÜNÜ, YAPTIKLARINIZIN KARŞILIĞI SİZE TASTAMAM VERİLECEKTİR. KİM CEHENNEMDEN UZAKLAŞTIRILIP CENNETE KONURSA O GERÇEKTEN KURTULUŞA ERMİŞTİR.”Aklı selim sahibi isek;  nasıl öleceğimizi ölüm sonrasında nelere muhatap alacağımızı düşünerek, canı gönülden; rükunlarına, şartlarına ve edeblerine riayetle NASUH TEVBE yapıp gereğine can-u gönülden tevessül etmek en çıkar yol olacaktır. Allahımız ! Cümlemize biran önce nasibeyle. Amin. Aklı olan en çok ebedül ebed alemi olan ahiret için çalışır… 

Ehlince bilindiği gibi, Âdem Aleyhisselam’dan beri Allahü Teâla katında gerçek din İslamiyettir. Sonuna kadar da öyle olacaktır.

Gerçek Müslümanlar ve Allahü Teâla’nın gerçek dostları hayatta bulundukları sürece kıyamet kopmayacaktır. Demek ki İslamiyet kıyamete kadar devamla yaşayacaktır. Yaşanan bir İslamiyet için her şeye kadir olan Allahü Teâla dine hizmetkâr olacak halis kullarını göndermektedir. Bizlerin de Allahü Teâla’nın kıyamete kadar geçerli olarak gönderdiği dine hizmet eden Allah dostlarını arayıp bulması gerekir. Hak ve hakikate ulaşabilmek için vesileye sarılmak gerekir. Zira Allahü Teâla emrini tutmayanlara azap edeceğini buyurmuştur. Şayet insan yaptıklarından hesap sorulmayacağını bilse hiç korkmadan günah işler. Bundan dolayıdır ki, Allahü Teâla hiç kimseye ( Peygamberler Selavatullahi ve Selamuhu Aleyhim Ecnain dâhil ) söz verip seni cehennemden azad ettim dememiştir. Esasen aklıselim sahibi insanın Peygamber ( S.A.V. ) Efendimiz’in sünnetlerine tabi olmak ve Sahabeyi Kiram Efendilerimizin (RıdvanullahuTeala Aleyhim Ecmain)  izledikleri yolu takip etmek suretiyle Manevi Kurtuluşa erebileceğini çok iyi bilip, Azrail Aleyhisselam ziyaretimize ( infaz için ) gelmeden önce; Allahu Teâla’nın emir ve yasaklarını öğrenip gereğince amel etme gayreti içinde olması gerekir. Allahü Teâla, cümlemize kâmil iman, ilimli salih amel ve radiyyeten merdiyye makamına geldikten sonra, hüsnü hatime           ( imanla ) ile ahirete gidebilmeyi nasibeylesin. Âmin. Unutmayalım ki “ İNSAN İÇİN ÇALIŞMASI VARDIR. ” yani, dünya ve ahret hayatı için de insan çalışmasının karşılığını bulacaktır.

Bilindiği gibi tevbe Allahu Teâlâ’nın en büyük lütuflarındandır. Yine ehlince bilindiği gibi tevbe ferdi, camide cami imamının Cuma geceleri cemaate toplu olarak yaptırdığı ve NASUH TEVBE olmak üzere üç çeşit tevbe vardır. Nitekim Tahrim suresi 8. ayet-i celilede Allahü Teâlâ: EY İMAN EDENLER, ALLAH’( C.C. )A YÜREKTEN BİR TEVBE İLE TEVBE EDİN. GEREK Kİ RABBİNİZ SİZİN GÜNAHLARINIZI ÖRTER DE SİZLERİ ALTLARINDAN IRMAKLAR AKAN CENNETLERE KOYAR. O GÜN Kİ, ALLAH, PEYGAMBERİNİ VE O’NUNLA BERABER OLAN İMAN EDENLERİ UTANDIRMAYACAK; NURLARI ÖNLERİNDE VE SAĞLARINDA KOŞACAKLAR. ŞÖYLE DİYECEKLER: “ EY RABBİMİZ, BİZLERE NURUMUZU TAMAMLA VE BİZLERİ MAĞFİRETİNLE YARLIĞA, ŞÜPHESİZ Kİ SEN HER ŞEYE KADÎRSİN. ” buyurmuştur. Ve yine Tevbe suresi 119. ayet-i celilede de:“ EY İMAN EDENLER, ALLAH’DAN KORKUN VE SADIKLARLA BERABER OLUN. ” buyurulmaktadır.

Yukarıdaki ayet-i celilelere göre müslümanın Nasuh Tevbe yapması ve Allahü Teâlâ’dan korkup, Allah’ın dostlarını arayıp bulması, onlarla vicahlarında ve gıyaplarında birliktelik sağlamaya çalışması zarureti vardır. Allahü Teâlâ’nın ve Rasulunun ( s.a.v. ) azimet caddesinde gerekli olan İHLÂS, MUHABBET VE TESLİMİYET’in tahakkuku için, Allahü Teâlâ’nın dostu olan, irşada memur büyük evliyasının elinde, zaman-mekan müsait değilse, Allah dostu olan Evliya tarafından görevlendirilmiş görevlinin yanında; Mü’minlerin, Ruhanilerin, Rabbanilerin, Meleklerin ve Allahü Teâlâ’nın şahitliğinde Nasuh Tevbe etmesi lazım gelir. Allahü Teâlâ, ölüm bizleri uyandırmadan önce, hakkıyla uyanıp, Nasuh Tevbe etmeyi ve gereğini yaparak, ilahi rızaya nail olmayı, dostlarının dua ve himmetleriyle nasibeylesin. Âmin.                  

Allahü Teâla ve Rasulu’( s.a.v. )nun Azimet Caddesinde, ehlince bilindiği gibi; MUHABBET, İHLÂS VE TESLİMİYET esastır.

Günahkârın reçetesi ile ilgili olarak SEMERKAND dergisinde yer alan konuyu; faideli olur düşüncesiyle aynen aşağıya alıyoruz:

Günaha Reçete

Zünnûn-i Mısrî k.s. anlatıyor:

Bir gün bir doktorun yanına uğradım, etrafında kadın ve erkeklerden oluşan bir topluluk vardı. Her birine hastalıklarına uygun ilaçları tarif ediyordu.

Yaklaşıp selam verdim, o da selamımı aldı. Sonra ona dedim ki:

– Allah Tealâ sana merhamet etsin. Günah hastalığının ilacını bana tarif eder misin?

Doktor oldukça mahirdi. Yaklaşık bir saat kadar başını öne eyip sustu. Sonra başını kaldırarak şöyle dedi:

– Sana bu hastalığın ilacını tarif etsem anlayabilir misin?

– Evet, inşallah anlarım, dedim. Doktor:

– Fakr kökünü, sabır yaprağını, tevazu dalını, huşu meyvesini, muhabbet bitkisini, sekinet hurmasını, heybet ve sıdk çiçeklerini topla. Bunları bir araya getirdiğinde söyleyeceklerimi harfiyyen uygula. Önce bu topladıklarının üzerine İslâm hükümlerinin suyunu dök, altını ise iştiyak ve aşk ateşiyle tutuştur, azametle alevlendir. Ta ki hikmet köpükleri köpürsün. Saf bir fikir ile durulduğu vakit rıza süzgecinden geçir ve zikir kâsesine boşalt. Ayrıca içine Nasuh Tevbesi ilave et. Amelini görme ve bunu halvet dükkânında iç. İçtikten sonra vefa suyu ile ağzını çalkala, açlık ve takva misvakı ile dişlerini misvakla. Üzerine kanaat elmasını kokla ve son olarak da Allah Tealâ’nın dışındaki şeylerden yüz çevirme mendiliyle dudaklarını sil. İşte bu ilaç günahları yok eder ve gaybı en iyi bilen yüce Allah’a yaklaştırır.

(Abdullah b. Esad Yâfiî, Ravzu’r-Riyâhîn fî Hikâyeti’s-Sâlihîn)

            Can-u gönülden yapılacak NASUH TEVBE yukarıdaki zor şartları kendiliğinden halletmektedir. Tabiiki İrşat Büyüğünün dua ve himmetleriyle…

Muhabbet, ihlas ve teslimiyetin elde edilebilmesi için:
           

  1. Allahü Teâla’nın kitabına sarılmak,
  2. Rasulullah ( S.A.V. )’nin sünnetine tabi olmak,
  3. Helal yemek ve şüphelilerden dahi kaçınmak,
  4. Günahlardan titizlikle kaçınmak,
  5. Hakları yerine getirmek. ( Allahü Teâla’nın, Rasulikibriya ( S.A.V. ) Efendimizin insanların, hayvanların ve nebatatın haklarına riayet etmek. )

Rasulullah ( s.a.v. ) Efendimiz, kendisinin ne derece sevilmesi gerektiğini aşağıdaki şekilde belirtmişlerdir:

“ Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, ben bir kimseye ailesinden, çoluk-çocuğundan, anne-babasından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça, o kimse gerçek manada iman etmiş olmaz. ”

Muhabbetin en üst derecesi, kalbi ( kalbi insaniyi ) Allahu Teâlâ’ya bağlamak ve O’na hakkıyla kulluk yapmaktır. Bütün zikir, fikir, ibadet ve hizmetlerin hedefi Allah sevgisidir. Bu doyumsuz ve ölümsüz sevgiye ulaşma haline Arifibillah olan Büyük Evliyaullah fenafillâh ” mertebesi demişlerdir. Şimdilik bu kadarla iktifa edildi…

İhlâs, Mürşidi Kâmili Mükemmili sırf Allah rızası için sevmek. Zira Mürşidi Kâmili sevmek Allah ve Rasul’unu sevmeye sirayet eder. Ve dahi, hakiki manada mürşidi Kâmili Mükemmil olan Devletliye ihlâsla muhabbet beslemek, Allah ve Rasul’une muhabbete sirayet eder ki, ehlince bilindiği gibi, bu manevi ve paha biçilmez bir hazinedir. Allah-u Teala cümlemize hayırlısıyla nasibeylesin. Âmin.

Teslimiyet ya’ni Allah-u Teâlâ’ya hakkıyla kul ve Rasul’una hakkıyla ümmet olabilmek için, Allah ve Rasul’u tarafından irşad postuna oturtulmuş evliya-yı izama, manevi terbiye cihetiyle teslim olmak, Allah ve Rasul’una teslim olmaktır. Teslimiyetten gaye, doğruyu tercih etmektir ve dahi hak yoldaki rehbere tabi olmaktır. Doktora güvenmektir. Aklını kullanıp doktorun dediği gibi ilacını kullanmaktır. Kulluk için akıl lazımdır. Akılsız, niyet olmaz, amel yapılmaz, zikir çekilmez, fikir edilmez, yol alınmaz, hülasa Allah’a (c.c.) ulaşılmaz.

Mürşide teslim olmak demek, nefsinin keyfine değil, Allah yolunda önündeki Allah dostuna uymak ve kurtulmak demektir.

Mürşide teslimiyet, gerçekte Allah Teâla’ya ve Rasul’una ( s.a.v. ) teslimiyeti gerçekleştirmek içindir. Manevi terbiyenin sonucu, MARİFETULLAH ve MUHABBETULLAH’ı elde etmektir. Ehli hakikatça da bilindiği gibi, bu da güzel kulluk için gereklidir. Hatta elzemdir.

Dünyevi ve uhrevi saadetler bahşeden, paha biçilmez bu manevi hazineden nasibdar olabilmek için; hakiki manada Mürşid-i Kamil-i Mükemmil’in bizzat elinden tutarak, Allah-u Teâla’nın emrettiği Nasuh Tevbeyi hemen ve can-ı gönülden yapmak lazım gelir. Zaman ve mekân müsait değilse, Mürşid-i Kamil-i Mükemmil tarafından tevbe ve talimatını verme konusunda görevlendirilmiş bir müslümanın elinden tevbe alınabilir.

Kâinatın ve içindekilerin Seyyidi, ehli imanın başlarının tacı Sevgili Peygamberimiz                        Hz. Muhammed Mustafa’ ( s.a.v. )ya hakiki manada ümmed olabilmek için NASUH TEVBEYE ihtiyaç vardır. Ve dahi geciktirilmeksizin yetkilinin elinde ifası gerekir.

Allah ( c.c. ) sevgisinin tahsil edilebilmesi için Nübüvvet Kandilinden gelen manevi ışınlardan istifade edebilmek zarureti vardır. Bunun için de, Nübüvvet Kandilinin sahibinin       ( s.a.v. ) hakiki manada naib ve varisi olan Arifibillah olan evliya-i izama ihtiyaç vardır. Arifibillah evliya-i izam kıyamete kadar mevcut olacaktır. O Allah dostlarının manevi terbiyesinde yetişen insanlar: Yüce Allah’ ( c.c. )ın dostu olan evliya-i izam ile gönülde beraber olurlar. Evliyanın kalbine emanet edilen İlahi Nura bağlanırlar. Evliyanın ilahi aşk ile kaynayan kalbine inen feyizden nasiblenirler. Bu şekilde evliyadaki dostluk sırrını düşünerek salihleri özlerler ve onlardaki güzel ahlaka özenirler. Sevgi atmosferi içinde kalpleri uyanıp Hakka yönelirler. Allah’ın ( c.c. ) yeryüzündeki şahidine bakarak Allah’ı tanımaya çalışırlar. Azimet caddesindeki TEFEKKÜR’ün de özü budur.

Allahü Teâlâ, bir kulunu gençlikte tevbe etmeye kavuşturursa ve bu tevbesini bozmaktan korursa, ne büyük ni’met olur. Denilebilir ki, bütün dünya ni’metleri ve lezzetleri, bu ni’metin yanında, büyük okyanus yanındaki bir damla su gibidir. Çünki bu ni’met, insanı Allahü Tealanın rızasına, sevgisine kavuşturur. Bu ise, dünya ve ahiret ni’metlerinin hepsinin üstündedir. İmran suresinin onbeşinci ve Tevbe suresinin yetmişüçüncü ayetlerinde:                      ( ALLAHÜ TEALANIN RAZI OLMASI Nİ’METİ DAHA BÜYÜKTÜR. ) buyurulmuştur. Doğru yolda olanlara ve Muhammed Mustafa’ ( s.a.v. )ya ve O’na uymakla şereflenenlere selam olsun!

İmam-ı Rabbani ( Kaddesallahü Teâlâ Esrarehül Aliyye ) Hz.nin Mektubat isimli eserinin 146. mektubunun ikinci paragrafından alınan bölüm bir üst paragrafta olup burada sona erdi.

Yukarı ve aşağıdaki incelikleri anlayabil için NAS’lıktan kurtulup İNSAN olmak lazım. İNSAN, ruhlar aleminde Halıkımız olan Allahu Teala’ya verdiği sözü unutmayıp bu fani alemde uygulayana; verdiği sözü unutup yasakları yapanlara veya emirleri yapmayanlara da NAS denilir. NAS, nisyan kökünden türetilmiş olup, unutkanlık, unutmak anlamlarına gelmektedir. Allahu Teala, cümlemizi ruhlar aleminde verdiğimiz sözü hakkıyla yerine getirenlerden eylesin. Amin.  

Alahü Teâla, cümlemize selamet versin! İnsan çeşid çeşid şeylere bağlı kaldıkça, kalbi temizlenemez. Manevi yönden pis kaldıkça saadetten mahrum ve uzaktır. Hakikat-ı camia denilen kalbin, Allahü Tealadan başka şeyleri sevmesi onu karartır ve paslandırır. Ehlince bilindiği gibi kalp, KALBİ İNSANİ ve KALBİ HAYVANİ olmak üzere iki türlü olup, burada konu edilen kalp KALBİ İNSANİ ‘dir ve asıl makamı Arşı Muallâdır. Kalbi insanideki  pası temizlemek lazımdır. Temizleyicilerin en iyisi, sünnet-i seniyyedir. Yani Muhammed Aleyhisselam ( s.a.v. ) Efendimize tam uymaktır. Bu uymayı sağlayabilmek için O’nun ( s.a.v. ) hakiki manada Naib ve Varisi olarak görev yapmakta olan Devletli Evliya-i İ’zama ve onun manevi terbiyesine ihtiyaç vardır. Bu büyük ni’mete kavuşmakla şereflenenlere müjdeler olsun! Bu yüksek devletten mahrum kalanlara da yazıklar olsun! Allahü Teâlâ, doğru yola tabi olanlara selamet versin! Amin.

Ehli hakikatçe bilindiği gibi, mümin’in kalbi Evliya-i İ’zamın kalbinin gölgesi altındadır. Evliya-i İ’zamın kalbi Peygamber Aleyhisselam Efendimizin kalbinin gölgesi altındadır. Peygamber Aleyhisselam Efendimizin kalbi de Allahü Teâlâ’nın İNAYET VE YARDIM NURU altındadır. Evliya-i İ’zamın kalbinin gölgesi altına girebilmek için NASUH TEVBE yapılıp, talimatının alınarak; ihtimam ve titizlikle uygulanması zarureti vardır. Tevbe Talimatının uygulanmaması halinde menfaat yoktur. Nasuh Tevbe yapmadan ve gereğini yerine getirmeden ölüm gelmesi halinde pek çok pişmanlık olacaktır. Ya Rabbi ! Bizleri ölüm gelmeden uyanıp; kalbi,kavli ve fiili sıratullahı hakkıyla öğrenip uygulayarak Hüsnü Hatime ile sana gelenlerden eyle. İş budur, gayrisi hiçtir…  Vessselam-Velikram-Veddua.

İmam Celaleddin Es-suyuti tarafından kaleme alınıp, Bahaeddin SAĞLAM tarafından çevirisi yapılan KABİR ÂLEMİ isimli eserden, İbn-i Abbas’dan ( r.a. ) :

Rasulullah ( s.a.v. ) Ensardan birinin cenazesinde hazır bulundu. Kabre varınca, kabir tamam olmamıştı. Rasulullah ( s.a.v. ) oturunca ashab da sessiz olarak oturdular. Sanki başlarında kuş vardı.

Rasulullah ( s.a.v. ) gözünü yere dikti. Elindeki değnekle yeri deşiyordu. Sonra semaya göz gezdirdi. Ve üç kere “ Kabrin azabından Allah’a sığınırım. ” dedi, sonra da söyle buyurdular:

Mü’min kul ahirete yönelip dünyayı geride bırakınca ona ölüm gelir. Onun başucunda oturur. Cennetten yanlarında hediyyeler, koku ve elbiseler olan melekler de gelir.

Göreceği bir şekilde iki saf kurarlar. Önce ölüm meleği, sonra öbür melekler ona müjde verirler ve su testisinden akarcasına ruhunu çekerler. O mü’min meleklerin müjdelediklerinden aldığı sevinçle ruhunu kolaylıkla teslim eder. Sonra melekler ruhunu alır. Ve hiçbir melek ona getirilen kokuyu sürmeden ve ziynetleri giydirmeden ayrılmazlar. Koku sürmesinden sonra onun kokusuyla feza aniden dopdolu olur.

Gökteki melekler, nedir bu koku? Diye sorarlar. Bu filanın ruhunun kokusudur, derler. Ve ona rahmetle dua ederler. Sonra, onu semaya götürürler ve sema kapıları ona öyle açılır ki, her kapı ona adeta âşıktır.

Her semanın ehli ona merhaba derler. “ Ey Rabbinin öğütlerini kabul eden ruh, sana merhabalar olsun.” denilir.

Sidretül – Müntehaya varılınca, melekler:

Yâ Rab, ruhunu aldık, derler. Allah ( c.c. ) onu yere götürün.

“ Zira Ben onları topraktan yarattım. Tekrar toprağa iade ederim ve bir daha onları oradan çıkartacağım. ”der.

O vakit ölü geri dönenlerin ayak ve el seslerini işitir. Ve kabirde iki rahmet ve bir de azap meleği gelir. Bakar ki, salih amelleri onu sarmışlar: Namaz ayakları yanında, Oruç başı yanında, Zekât sağında, Sadaka solunda, Hayır ve İyi Ahlakı göğüsü hizasında durmuşlar.

Azap meleği hangi cihette ona varmak istese, salih ameli engel olur.

Elindeki, demirden mamül ağır bir sopa ile ölüye şöyle der: “ Eğer namazın, orucun, zekâtın ve sadakaların seni ihata edip muhafaza edmeseydi, sana öyle bir darbe vuracaktım ki, kabrin ateşle dolacaktı. ” Sonra azap meleği gider, onu rahmet meleklerine bırakır. Rahmet meleklerinin biri öbürüne der ki: “Allah’ın bu velisine şevkat et, zira o büyük bir zorluk içinden geliyor.”

Sonra ölene:

-Rabbin kimdir?

-O, Allah’dır der.

-Dinin nedir?

-O, İslamdır, der.

-Peygamberin kimdir?

-O, Muhammed Aleyhisselâm’dır, der.

Ona sana bunu bildiren ne idi? derler. O ise, ben Allah’ın kitabını okudum. İman edip, tasdik ettim ve Allah (c.c.) için gereğini yaptım, der.

Bu şiddetli imtihandan sonra semadan bir ses gelir. Kulum doğru söyledi, ona Cennet sergilerini serin, Cennet elbiselerini giydirin, temiz kokusunu sürün ve kabrini genişletin. Başucunda Cennete bir kapı açın.

Sonra rahmet melekleri ölüye, KABİR AZABINI TATMADAN; HAREMİNDE ZİFAFA GİREN ÇİFTLERİN UYKULARI GİBİ UYKUYA DAL derler.

Ölü, durmadan YA RABB KIYAMETİ KOPAR, EHLİMLE GÖRÜŞEYİM. CENNETTEKİ NASİBİME KAVUŞAYIM der. O, kıyamette yüzü ak olarak haşre kalkar.

Allahımız ! Halikımız ! Sahibimiz ! Mevlamız ! Dostların olan Sadatların (kaddesallahu Teala Esrarahumul Aliyye) duaları ve hatırı şeriflerine; cümlemizi  KIYAMETTE YÜZÜ AK OLARAK HAŞRE KALKANLARDAN EYLE !… Amin.

İrşat teşbihinin iri tanelerinden Mevlana Halid Zülcenaheyn(k.s.) bakınız, bütün insanları yakından ilgilendiren beyanında ne buyuruyorlar: “ SON NEFESTE LAZIM OLACAKLA MEŞGUL OLMANIZI,  SÜNNET-İ SENİYYE’ YE TABİ OLMANIZI, ALDANMA YERİ OLAN DÜNYANIN FANİ GÜZELLİKLERİNE İLTİFAT ETMEMENİZİ TAVSİYE EDERİM.”

Kamil iman ve salih amel ile yaşamını sürdüren, Allahu Tealaya hakkıyla kul olabilmiş insan öleceği zaman, Azrail Aleyhisselam ve beraberindeki melekler güzel şekillere bürünerek ruhunu almaya gelirler. Güneş gibi parlayan yüzleriyle gülümseyerek kulun karşısına çıkarlar. Ona cennetten getirdikleri misk, reyhan ve ipek kefeni sunarlar. O esnada Azrail Aleyhisselam acı çektirmeden ruhunu alır. Böylece ruh, bir ömür hayırlı ameller için kullanılmış bedenden kolayca çıkmış olur. Böyle vefat eden kişiye “Artık Allahu Teala’nın huzuruna çıkabilirsin” denir. Ruhunu, getirdikleri ipekten kefenle sararlar ve misk kokusu sürüp onu Allahu Teala’nın huzuruna götürmeye başlarlar. Yer yüzünde Allahu Teala’yı anıp ibadet ettiği bütün yerler, ona rızık olan bütün nimetler onunla beraber yükselmeye başlar ve kırk gün boyunca onun kavuşma anına şahit olup ağlarlar.

İmanla giden kabre konulduğu zaman kabri ona şöyle seslenir: “Hoş geldin, merhaba sana!  Vallahi sen benim üzerimde yürüyüp gezdiğin zamandan beri ben seni çok seviyorum. Şimdi burdasın. Sana ne kadar iyi davranacağımı göreceksin. Öyle ki benim içimde her anın güzellik ve ferahlıkla geçecek.”

Ameli kötü olan günahkar bir kimse kabre konulduğunda ise kabir ona şöyle seslenir: “Ey hoş gelmeyen kirli insan, merhaba olmasın sana ! Vallahi sen benim üzerimde yürüyüp gezdiğin zamandan beri senden nefret ediyorum. Şimdi artık bendesin. Sana neler yapacağımı göreceksin!

            İşte o zaman etrafındaki diğer kabir ahalisi ona şöyle derler: “sen nasıl oldu da bizim halimizi, öldüğümüzü ve kabre konulduğumuzu gördüğün halde ibret almadın?!”

            Kamil iman ve hüsnü hatime ile radiyyeten merdiyye olarak ahirete gidenler için (gidebilenler için) korkulacak hiçbir şey  yok. Bilindiği gibi ölüm hak, kabir hayatı hak, kıyamet ve mahşer hak. Yani hepsi kesinlikle gerçek ve bütün insanların önünde cennet ve cehennemden başka yer yoktur. Ve dahi kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur. Aklı olan, ahirete ait mesaisini daha dikkatli , daha gayretli olarak yapmaya çalışır. Cenab-ı Hak, cümlemize kamil iman, ilimli salih amel, radiyyeten merdiyye olup, hüsnü hatime ile dünyadan ayrılmayı nasibeylesin. Amin .

İrşat Tesbihinin İri Tanelerinden İmam-ı Rabbani Hazretlerinin ( Kaddesallahü Teala Esrarehül Aliyye ) Mektubat isimli eserinin 104. Mektubunda aşağıdaki ve hepimizi pek çok ilgilendiren konuya, bakınız nasıl değiniyor:

“İnsan, bu dünyada kalmak için yaratılmadı. Dünya da iş yapmak, çalışmak için yaratıldık. Çalışmalıyız! Öyle ki, ebedül ebed için öncelik tanıyarak. Çalışıp da, kazanıp da sınıfı geçerek ölen bir kimse için, korkacak bir şey yoktur. Hatta böyle ölmek, yani radiyeten merdiye olup, hüsnü hatime ile ölmek çok büyük bir devleti ele geçirmektir. Ölüm bir köprü gibidir. Sevgiliyi sevgiliye kavuşturur. Ölmek, felaket değildir. Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felakettir. Ölülere, dua ile istiğfar etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek, imdatlarına yetişmek lâzımdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdular ki: “Ölünün mezardaki hâli, imdat diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler. Kendisine, bir dua gelince, dünyanın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Allahü Teâlâ, yaşayanların duaları sebebi ile ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de, ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir”.

[ Dua, istemek demektir. Aç bir adamın, iştahlı olduğu bir zamanda, yiyecek istemesi gibidir. Îmân ile ölenlere, hatm-i tehlîl yapmak, yani yetmişbin kelime-i tevhîd okuyup, sevâbını rûhuna hediyye etmek, çok faydalıdır. Fakat bu zamanda îmân ile giden pek azdır.]

İmam-ı Rabbani (k.s.)

NASUH TEVBE’yi istenilen düzeyde yapıp gereğinin ihtimamla yerine getirilmesinden başka çare yoktur…

Bu NASUH TEVBE Halıkımız olan Mevlamızın, Sahibimizin vahye dayanan kesin emri şerifleridir. Yapmayanlar ahirette pek çok pişman olacaklar. Vücutlarımızda – imtihan için bulunan – şeytan ve nefs-i emmare  NASUH TEVBE’nin yapılmaması için her türlü vesveseyi vererek engellemeye çalışacaklardır. Şeytan aleyhillanenin ve nefs-i emmarenin tuzaklarına düşmemek ve onların esirliğinden bir an evvel kurtulabilmek için; rüknüne, şartına ve adabına uygun şekilde NASUH TEVBE etmek; hem dünyevi ve hem de uhrevi mutluluğumuza vesile olacaktır. Şeytan aleyhillanenin vesvesesine ve nefsin hilelerine, şu veya bu nedenle kapılacak olursak kendimize pek çok yazık etmiş oluruz. Ve dolayısıyla Halikımızın “EŞREF-İ MAHLUKAT” hitabına layık olmaktan – Rabbimiz korusun – mahrum oluruz…   

Bilindiği gibi, kâinatın yaratılmasındaki hikmet: Allahü Tealanın marifetine, O’na yaklaşmaya ve O’na ibadet etmeye çalışmaktır. Nitekim buna Kur’ân-ı kerîmin: “ Cin ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım. ” âyeti celilesi ile: “ Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim de mahlûkatı yarattım. ” diye buyurulan kutsi hadis de buna işaret eder. Oyun oyuncak, mal evlat ve dünya makam ve mevkii ile iftihar etmek için yaratılmadık. Allahü Tealanın rızasını ve rahmetini celb eden şeylere samimi olarak çalışabilmek ve bu konuda başarılı olabilmek için arifibillah olan ve Allah ( c.c. ) ve Rasulü   ( s.a.v. ) tarafından irşada memur edilmiş bulunan Büyük Evliyaya ve onun manevi terbiyesine üst düzeyde ihtiyaç vardır. Allahü Tealanın dostlarına uyularak, Mevlamızın emirlerini öğrenip, emrettiği şekilde uygulamaya ve yasakladıklarını öğrenip, yasaklarından sakınmaya çalışmak lazımdır. Bunun için de, Tahrim Suresinde kesinlikle belirtilmiş olan Nasuh Tevbe’nin vakit geçirilmeksizin yapılmasında zaruret vardır. Azrail Aleyhisselam’ın ziyaretimize ne zaman ve hangi şartlar altında geleceğini bilemediğimize göre, Nasuh Tevbe etmekte acele etmemiz bizim menfaatımız icabıdır. Ehlince bilindiği gibi, insanın fazileti şükür ile yani tâat yapmakladır. O da Allahü Tealadan’dır. Çünkü O, kulun kalbine taatin yapılmasını ilham eder. Kalbini, kulun taat yapmasına iyice azmettirir. Ona güç verip, kul onu kesb ettikten sonra taatin fiilini onda yaratır. Bu durumun hakiki manada, riyadan uzak olarak ve dolayısıyla Allah ( c.c. ) ve Rasulü’( s.a.v. )nün muratlarına uygun şekilde ifa edilebilmesi için Allah ( c.c. ) ve Rasulu’         ( s.a.v. ) tarafından irşad göreviyle görevlendirilmiş Allah ( c.c. ) dostunun rehberliğine ihtiyaç vardır. Necm Suresi: 39 “ DOĞRUSU İNSAN İÇİN ÇALIŞTIĞINDAN BAŞKASI YOKTUR. ” Zariyat Suresi: 56 “ BEN, CİNLERİ VE İNSANLARI ANCAK BANA KULLUK ETSİNLER DİYE YARATTIM. ” buyurulmaktadır.

Dünyada insanın ömründen daha aziz bir şey yoktur. O zaman bu ömrün, ömrü veren Allahü Tealanın muhabbetinde tüketilmesi lazım gelir.

Peygamberlerin peygamberi, kâinatın seyyidi, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( s.a.v. ) irad buyurdukları bir hadis-i şeriflerinde:

“ Şu beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil:

İhtiyarlığından önce gençliğinin.

Hastalığından önce sıhhatinin.

Fakirlikten önce zenginliğinin.

Meşguliyetinden önce boş zamanlarının.

Ölümden önce hayatının. ” buyurmuşlardır.

Hz. İsa ( a.s. ) şöyle buyurmuşlardır:

“ Sizler dünyayı ilahlaştırırsanız, o da sizi köleleştirir. Hazinelerinizi, onu zayi etmeyecek olan Allah Teâlâ’nın katında biriktiriniz. Dünya için hazine biriktiren kişi, onun başına bir afet gelmesinden korkar. Allahü Teâla katında hazine biriktiren kişi ise, asla o hazineye bir afet geleceğini düşünmez. ” ( Mukaşefetü’l- Kulüb, İmam-ı Gazali )

Bilindiği gibi, bu dünya evi salih amel evidir. Bu itibarla ebedi yurdumuz olan ahiret için çok çalışmamız gerekir. Şu kadar var ki, salih amellerini görüp, amellerine güvenirse; suya yetişmeden ayakkabısını çıkaran, yalın ayak olarak ayağını dikenin üzerine koyup diken batan ve ayağı yaralanan, yarasından dolayı sudan geçemeyen kimseye benzer. Bu dünya evinde Cenab-ı Hak tarafından bizden istenilen şey, salih amel olup, meyvesi ve faydası ise ahirete havale edilmiştir. Allahü Teâlâ’nın ve Rasulünün(s.a.v) muratlarına uygun kâmil iman ve ilimli salih amele kavuşabilmek için; hayati ehemmiyeti haiz bu konularda örnek İNSAN-I KAMİL-E ihtiyaç vardır. “ Ben biliyorum, ben yaparım, İNSAN-I KAMİL-E ihtiyacım yoktur. ” diyenlerin durumları, görebilen ve bilebilenlerce malumdur…

Yukarıda izaha çalışılmış olan ve Allahü Teâlâ’nın mü’minler için vadettiği güzelliklere kavuşabilebilmek için; Tahrim Suresindeki “ Ey iman edenler Nasuh Tevbe ile tevbe edin. ” ve Tevbe suresindeki “ Ey iman edenler Allah’dan korkun ve sadıklarla beraber olun. ” emri şerifini, Allah’ ( c.c. )ın ve dostunun ve meleklerinin şahitliğinde yerine getirilmesi lâzım olup, ehlince bilindiği gibi, bu çok önemli Emri Şerifi yerine getirmek farz-ı kifaye olmayıp, bu devirde farz-ı ayndır…

Ecel gelip çatmadan Allahü Tealanın yoluna girebilmeyi, kabre girmeden orası için hazırlık yapabilmeyi, Rabbımızın huzuruna varmadan Onu hoşnut edebilmeyi Cenab-ı Hakk. Cümlemize nasip eylesin. Âmin. Ya Rabbi ! Dostlarının hatırına bu duamızı kabul eyle.

Peygamberimiz Aleyhisslam Efendimiz:

“ Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Hevayi nefsin arzularına uyarak yaşanılan bir dünya hayatı size hakir gelirdi. Allahü Tealanın yolunda hayat geçirmeyi tercih ederdiniz. ” buyurmuşlardır. Dünya hayatımızda hevayi nefsimize uymazsak, Allah ve Rasulünün muradi ilahi çizgisinde yaşama gayreti içinde bulunabilirsek yaratanımız bizi sevecektir. Bu güzel sonuca ulaşabilmek için; Allahü Teâlâ’nın huzurunda, Meleklerin ve Arifibillah Evliyai İ’zamın veya o Büyük Evliya tarafından görevlendirilmiş olan görevlinin şahitliğinde BİR DAHA GÜNAH İŞLEMEMEK AZMİYLE, NADİM OLARAK VE İÇLİ-DIŞLI TEVBE ETMEK GEREKİR. Sadece dışıyla ve diliyle tevbe edenin halini Sadatlar(k.s.) şuna benzetiyorlar:

Bir necis üzerine ipekten, göz kamaştırıcı bir örtü örtülür. Altındakinin farkında olmayan herkes bu ipeğe hayranlıkla bakar, fakat biraz sonra örtü kaldırılıp necis ortaya çıkınca seyirciler kacıverir. Tevbe ve ibadeti içten yapmayanların hali de böyledir. Görünüşleri namazda-niyazdadır, fakat içleri temiz değildir. Kıyamet günü perdeler kaldırılınca melekler onlardan kaçışırlar. Yüce Kapıya yandan, camdan yaklaşanların hali…

Ehlince bilindiği gibi, Allahü Teala, insanların boyuna-bosuna, yüz güzelliğine, yaşına, rütbesine, makamına ( dünya makamına ) servetine, dış görünüşüne bakmaz,  K A L B İ N E    B A K A R…

Bilindiği gibi çeşitli tevbeler vardır:

  • AVAMIN TEVBESİ: GÜNAHDAN.
  • HAVAS’( Havvas )IN TEVBESİ: GAFLETTEN.
  • YALANCILARIN TEVBESİ: GÜNAHI KÖKÜNDEN SÖKÜP ATMAYAN TEVBE.                                                                                                                                       
  • İNABE TEVBESİ: CEZA KORKUSUYLA YAPILAN TEVBE.
  • İSTİCABE TEVBESİ: ALLAHÜ TEÂLA’NIN KEREMİNDEN HAYÂ EDİLEREK YAPILAN   TEVBE.
  • VE DAHİ: DÜNYA ve İÇİNDEKİLERİN MUHABBETİNDEN TEVBE.

Allahü Teâlâ, bir kulunu tevbe etmeğe kavuşturursa ve bu tevbesini bozmaktan korursa, ne büyük nimet olur. Denilebilir ki, bütün dünya nimetleri ve lezzetleri bu nimetin yanında, büyük deniz yanındaki bir damla su gibidir. Çünkü bu nimet, insanı Allahü Teâlâ’nın rızasına, sevgisine kavuşturur. Bu ise, dünya ve ahiret nimetlerinin hepsinin üstündedir.

İnşaallah, Cenab-ı Hak, cümlemize hakiki manada NASUH TEVBE edip, gereğine tevessül edebilmeyi nasibeyler.   

Rabbi Rahimimizin bildirmiş olduğu doğru yolunda gidenlere, Allahü Teâlâ, selamet versin! Âmin.

İnşaallah, evvellerimiz ve ahirlerimiz güzel olsun. Âmin.

“ MİZANDA MÜ’MİNİN EN ÇOK SEVAP KAZANACAK SALİH AMELİ GÜZEL AHLAKIDIR. ” Müjdesine kavuşabilmek için, A’dan Z’ye herkesin can-u gönülden, dili ile kalbi ile ve bütün hücreleriyle NASUH TEVBE edip, samimiyet ve ciddiyetle ve sırf Allahü Teâlâ’nın rızası için gereğine tevessül etmesi lazımdır. Vesselam – Velikram – Vedduâ

Allahımız ! Mevlamız ! Halikımız !

Cümlemize seve seve İslamı öğrenmeyi, seve seve yaşamayı, Radiyyeten Merdiyye olarak Hüsnü Hatime ile sana gelmeyi nasibleyle. Amin. İş budur, gayrisi hiçtir. Vesselam-Veddua…

Sonsuz hamd-u senalar Halıkımız olan Allahü Teâla’ya, nihayetsiz selat-u selam Peygamberler Peygamberi Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallalahü Teâla Aleyhi ve Sellem’e ve O’nun yolunda olanlara olsun. Âmin

NOT: Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerle SEMERKAND yayınlarından istifade edilmiştir.

Lütfen, bize de dua ediniz. Teşekkürler. 

Ali Haydar ÖZTÜRK 

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir